ÖRDEK, KELEBEK, BALIK

YEŞİL BAŞLI ÖRDEKLER
"Paytak paytak yürümek" deyince aklınıza ilk ne gelir? Genellikle insanların aklına, paytak paytak yürüyerek annelerini takip eden ördek yavruları gelir. Ördekler beslenirken iki teknik kullanırlar: Bazıları yüzerken, dibe dalmadan böcekler ve bitkilerle beslenirler. Bunları sık sık, başları ve gövdelerinin ön bölümü suya gömülü, kuyrukları kalkık biçimde yiyecek ararken görürsünüz. Ördeklerin bazı türleri ise suya dalarak besinlerinin hemen hemen tümünü suyun altından sağlarlar. İri perdeli ayakları suya dalmalarına yardımcı olur, fakat bu yüzden karada yürümeleri zor olur. Zaten üreme mevsimi dışında da sudan çıkmazlar.
Ördek gibi su kuşları havayı vücutlarının içinde taşırlar. Bu, suyun üstünde kalmalarını sağlayan sebeplerden biridir. Bir ördeğin vücudunda küçük balonlara benzeyen hava kesecikleri vardır. Bu kesecikler havayla dolduklarında ördeğin suyun içinde kalabilmesine yardımcı olurlar. Ördek dalmak istediğinde hava keseciklerindeki havayı dışarıya pompalar. Vücudunun içinde daha az hava kaldığı için kolaylıkla suyun içine batar.
Ayrıca su kuşlarının çoğu çok iyi birer yüzücüdürler. İyi yüzmelerinin bir nedeni de ayak parmaklarının arasındaki ağlardır. Bir ayaklarını geriye ittiklerinde bu ağlar onlara daha fazla itme kuvveti verebilmek için genişler. Su kuşlarında iyi yüzmek için gerekli olan bütün özelliklerin birarada toplanmış olması elbette ki bir tesadüf sonucunda gerçekleşmemiştir.
Erkek ördekler her zaman dişi ördeklerden daha parlak tüylere sahiptirler. Yuvasında kuluçkaya yatmış dişiler için bu önemli bir korumadır. Çünkü soluk renkleri sayesinde düşmanları onları göremediği için dişiler yuvalarında daha güvenlikte olurlar. Dişilerdeki ortama uygun soluk renkler ve kamuflaj şekilleri onları yakın mesafede bile görebilmeyi oldukça zorlaştırır. Erkek ördekler de yuva yapan dişilerini korumak için parlak renkli tüylerini kullanarak düşmanların dikkatini üzerlerine çekerler. Bir düşman yuvanın yakınına geldiğinde erkek hemen havalanarak, çok fazla gürültü yapar ve düşmanı yuvadan uzaklaştırabilmek için elinden gelen tüm çabayı sarfeder.
Kafile halinde gezen ördeklerin erişkinleri yavrularla ender olarak ilgilenirler. Erkekler kuluçkaya yatmaz ve yavrular yumurtadan çıktıktan birkaç saat sonra koşup yüzmeye, kendi başlarına beslenmeye başlarlar.
Kendinizi bir düşünün. Eğer doğduktan bir saat sonra sizi suya atsalardı ne olurdu? Tabii ki su yutup boğulurdunuz. Ama ördek yavrularında doğuştan yüzme kabiliyeti olduğu için onlar boğulmazlar.
Ördeklerin uçarken saatte 50 km. hızın üstüne çıktığını biliyor muydunuz? Peki, çevrelerindeki vahşi hayvanlara yem olmamak için de uçarken durmadan yön değiştirdiklerini?
RENK HARİKASI KELEBEKLER


Kelebeklerin, ilk doğduklarında o rengarenk kanatları olmadığını biliyor muydunuz? Evet, kelebekler kanatsız doğarlar. Sizin kırlarda, bahçelerde gördüğünüz biçimlerine ulaşmaları için dört aşama geçirmeleri gerekir. Bazıları 24 saat, bazıları 1-2 ay ömre sahip olan kelebekler yumurtadan bir kurtçuk olarak çıkarlar. Kurtçuk büyüdüğünde küçük sevimli bir tırtıl olur ve kelebeğin ikinci devresi başlar.
Tırtılın vücudunda toplam 14-15 halka vardır. Başında küçük gözleri, ağız kısmında bizim dişlerimiz gibi çiğnemeye ve ezmeye yarayan çenesi bulunur. Gövdesinin ön kısmında, karnına kadar olan bölgede 8 bacağı vardır. Kelebek henüz tırtıl iken kanatları yoktur ve antenleri çok kısadır. Tükürük bezleri ise bir çeşit ipek salgılar.
Tırtılların diğer canlılar gibi büyüdükçe boyları uzamaz. Onlar büyüdükçe kendi derilerine sığamamayacak kadar şişmanlarlar. Sonunda tırtıllar yavaş yavaş derilerini yırtarak ondan kurtulurlar. Yerine kendi şişmanlamış bedenlerine daha uygun olan yeni bir deri çıkarırlar. Tırtıl, böcek yiyen kuşlar için çok lezzetli bir canlıdır. Bu yüzden tırtılların kendilerini korumaları için onlara çeşitli saklanma tekniklerini gelişmiştir.. Bazıları dimdik ayakta durarak dal taklidi yapar, bir kısmı kendi rengindeki bir yaprağın üstünde durarak kendisini kamufle eder, bazıları ise ölü taklidi yapar. Bu saklanma teknikleri, tırtılın yaşamını sürdürüp ileride kelebek olabilmesi için çok önemlidir.
Tırtıl, bu kamuflaj tekniklerini, kelebek olduktan sonra da kullanır. Şöyle ki, kelebekler kendilerine uygun renkte olan bölgelerde yaşarlar. Böylece kolayca saklanabilirler. Peki, kelebek kendisini dışarıdan göremediğine göre, renginin çevreye uyup uymadığını nasıl kontrol edebilir? Güvende olduğundan nasıl emin olabilir? buda doğanın kendine has olgularından biridir.
gelişimine devam eden tırtıl nihayet üçüncü devreye girer. Tırtıl bu devreye geçeceği vakit karnını tıka basa yaprakla doldurur ve neredeyse çatlayacak hale gelir. Bu üçüncü devrede tırtıl kendisini bir torbanın içine hapseder ve burada değişime başlar.
Bu evrede tırtılın etrafında oluşan
sert kabuğa "krizalit" denir. Bu kabuğun içinde iken hareketsizdir ve hiç yemek yemez. Yalnızca tırtıl iken yediği yaprakların enerjisini kullanır. Krizalit kabuklar bir yaprağın, kayanın veya bir dalın üzerine tutturulmuştur. Bunlardan birine rastlarsanız içine bakın. Çünkü bu krizalitlerin içindeki tırtıla baktığınız zaman kelebeğin üzerinde oluşacak olan hortumunun ve bacaklarının yerlerini görebilirsiniz.
Aşağı yukarı 10 gün kadar bir süre geçtikten sonra kelebek birkaç dakika içinde, krizalitin kabuğunu yırtarak çıkar.
O anda kelebeğin kanatları henüz normal boyutlarına ulaşmamıştır. Dördüncü evrede yeni kelebek kanatlarını germek için kanatlarının üzerindeki damarları vücut sıvısıyla şişirir. Kanatlarını kuruttuğu an ise hiç eğitim almadan anında uçar. Kanatlar aynı zamanda kelebeğin solunumuna da yardımcı olur.
Diğer bir mucize de kelebeğin küçücük pulcuklarla kaplı olan kanatlarıdır. Kanatlar bu pulcukların üst üste dizilmesiyle meydana gelmiştir. Ve her bir kelebegin dizaynı farklıdır.asıl ilginç olan
iki kanatdaki dizay
%100 birbirinin
aynıdır. 
![]()
Oturduğumuz ev, okuduğumuz okul, üzerinde yürüdüğümüz kaldırım, içinde oynadığımız parklar, soluduğumuz hava hepsi bizim dünyamıza ait varlıklardır. Bu dünyada kuşlar, insanlar, ağaçlar, bitkiler, hayvanlar bulunur. Oysa, bizim fazla görmediğimiz, sadece varlığını bildiğimiz ve çoğunlukla televizyondan izlediğimiz bir dünya daha vardır. Bu dünyanın içinde de kendine özgü hayvanlar ve bitkiler yaşar. Onlar da bizim dünyamızın nasıl bir yer olduğunu bilmezler. Biz onların dünyasında yaşayamayız, onlar bizim dünyamızda yaşayamazlar. Hatta o dünyada nefes almamız bile imkansızdır. Evet, sözünü ettiğimiz dünya, balıkların yaşadıkları su altı dünyasıdır. Yalnız unutmamanız gereken bir şey var. Su altı dünyasında yalnızca balıklar yaşamaz. Sürüngenleri, böcekleri, bitkileri barındıran su altı dünyası milyonlarca tür canlıya ev sahipliği yapar. Bu dünyada yaşayan canlılar da kendilerine özgü yöntemlerle yemek yer, nefes alır ve uyurlar.
Balıkların solunum sistemleri tüm canlılardan farklıdır. Balıklar, bizdeki burunların yerine nefes almak için solungaçlara sahiptirler. Bunlarla suyun içindeki oksijeni kullanabilirler. Sürekli olarak ağızdan içeri alınan su, solungaç yaylarının üstünden arkaya doğru geçer. Solungaçtaki kılcal damarlar sudaki çözünmüş oksijeni alıp, vücuttaki karbondioksiti suya bırakırlar. Balıkların çoğunluğunda burun delikleri vardır, ama bunlar solumak için hiçbir zaman kullanılmaz. Burun delikleri minik keseciklere açılır ve balık bunlara dolan sudan kokuyu alır. Mesela köpekbalıkları avlarını kokularından bulur.
Ayrıca, balıklarda insanlardaki gibi göz kapakları yoktur. Balıklar dünyaya gözlerinin üstünü kaplayan şeffaf bir örtü arkasından bakarlar. Bu perde dalgıçların sualtı gözlüklerini andırır. Çoğu zaman oldukça yakındaki nesneleri görmeleri gerektiğinden balıkların gözleri de bu ihtiyaca göre yaratılmıştır. Küresel ve sert olan yapıları yakın planı görmeye göre ayarlıdır. Uzağa bakmak istediğinde ise, bütün lens (mercek) sistemi gözün içindeki özel bir kas mekanizmasıyla arkaya doğru çekilir.
Balıklar çevrelerindeki dünyayı koklama, işitme, dokunma ve tatma gibi beş temel duyularının yanı sıra "yanal" çizgileriyle de algılarlar. Bu çizgiler boyunca uzanan duyarlı sinir hücreleri yanından geçtikleri cismin büyüklüğünü ve yönünü algılar. Kör olan mağara balıkları karanlıkta böylece kolaylıkla hareket edebilir. Bu sistem bir çeşit denizaltı radarı ya da diğer adıyla "sonar"dır.
Ayrıca birçok balık türünün karın boşluğunda ince uzun, balona benzer, içi hava dolu bir kesecik vardır. Bu keseciğin yardımıyla suyun içinde dengelerini korurlar.

Buraya kadar anlattıklarımızı belki de biliyordunuz. Ancak balıklarla ilgili çok şaşıracağınız bir detay daha var.
Balıklar, üzerlerinde yaşayan parazitlerinden temizlenmek için çoğu zaman kendilerinden çok daha küçük temizleyici balıklara ihtiyaç duyarlar. Bu temizleyici balıklar rahat ve korkusuz bir şekilde bazen kendilerinden çok büyük bir balığın ağzına girerler. Bu balığın dişlerini ve solungaçlarını temizler, bu sayede kendi karınlarını da doyurmuş olurlar. Büyük balıklar da temizlenmelerine yardımcı olan bu balıklara hiçbir zarar vermezler.
Peki temizleyici balıklar ağızlarına girdikleri büyük balıkların kendilerini bir anda yutuvermeyeceğinden nasıl emin olurlar? Ağızlarını temizledikleri büyük balıkların kendilerine hiç zarar vermeyeceğini nereden bilirler? Adeta karşılıklı bir anlaşmaları varmış gibi onlara nasıl güvenebilirler? Anlaşmaları olsa bile işleri bittiğinde büyük balığın anlaşmayı bozup kendilerini yemeyeceği hakkında ne garantileri vardır?
Evet temizleyici balıklar bu tehlikelerin hiçbirinden emin olamazlar.ancak her iki tarafda birbirlerinden karşılıklı faydalanmayı sürdürdüğü için ne büyük balık temizlikçi balığa zarar verir, ne de temizlikçi balık büyük balıktan çekinip korkar. Büyük balık temizlenir, küçük balık ise temizlediği parazitlerle karnını doyurur.


Ayrıca, kedilerin gözlerinde insanların gözlerinde bulunmayan bir tabaka vardır. Bu tabaka, retina tabakasının hemen arkasındadır. Retinadan geçip buraya gelen ışık tekrar retinaya doğru yansır. İşte, bu tabaka ışığı geri yansıtabildiği için retinadan iki kere ışık geçmiş olur. Bu sayede kediler çok az ışıkta, hatta insan gözünün göremeyeceği kadar karanlık ortamlarda bile gayet iyi görür.
Bu parlama, kedinin gözlerindeki biraz önce bahsettiğimiz tabaka ile ilgilidir. Artık sizin de bildiğiniz gibi, bu tabaka gelen ışığı ayna gibi geri yansıtır. İşte, onların gözlerini daha parlak gösteren, gözlerindeki aynadan yansıyan ışıktır.
Hepiniz biliyorsunuzdur, metrelerce yükseklikten düşseler dahi kediler her seferinde dört ayakları üzerine düşerler. Dört ayak üstüne düşmenin kedilerdeki gerçek sebebi onların düşerken dengelerini sağlamak için kuyruklarını kullanmaları ve gövdelerinin ağırlık merkezini bu sayede değiştirip, patileri üzerinde yere düşebilmeleridir. 
Bütün gününü kayaların ve ağaçların gölgesinde yatarak ya da uyuyarak geçiren aslan çoğu zaman geceleri avlanır. Mükemmel bir gece görüşüne sahip olan aslanlar bu sayede geceleri rahatlıkla avlarını görebilirler. Karanlıkta dolaşan aslanların ışığı mümkün olduğu kadar fazla toplayabilmeleri için gözlerinde özel bir tasarım vardır. Diğer canlılara göre daha büyük olan gözbebekleri ve göz mercekleri aslanları iyi birer avcı yapan en önemli özelliklerdendir. . 
Kaplanların kendilerinin bile farkında olmadıkları kamuflaj (bulunduğu ortama uyabilme) özellikleri vardır. Yaşadıkları yerlerin doğal renklerine benzer tüy renkleri ormanda kolaylıkla gizlenebilmeleri sağlar. Bu sayede kaplanlar avlarına sezdirmeden yaklaşabilirler. Ayrıca bu renkler kaplana çok estetik ve etkileyici özellikler kazandırır. Her kaplanın postundaki ve yanaklarındaki çizgiler ile kaşları diğerlerinden farklı farklıdır.

Ren geyikleri dışında, geyiklerin sadece erkeklerinde boynuz vardır. Çiftleşme mevsiminden sonra bu boynuzlar düşüp yenilenir. Eski boynuzlar düşer düşmez, yenileri hemen boy gösterir.
Belki aklınıza "geyikler niçin boynuzludur?" diye bir soru gelmiştir. Boynuz geyik için önemli bir silahtır. Onu kullanarak kendini düşmanlarından korur. Hatta bazen yalnızca boynuzunu göstermesi bile karşısındaki düşmanın kaçması için yeterlidir.
geyikler başlarında boynuzlarla düşmanlarına karşı kendilerini ve sürülerini savunurlar
Cebin içinden kafasını çıkarmış yavrunun çok sevimli ve şefkat uyandıran bir görüntüsü vardır. Bu yavru, o cebe henüz 1 cm. iken annesinin rahmini terk ederek, yani daha hiçbir organı gelişimini tamamlamadan, 3 dakikalık bir yolculuk sonucunda ulaşır.
burada kendi kendinize sormanız gereken bazı sorular var: Öncelikle, 1 cm boyundaki kanguru yavrusu, bu dört memeden hangisini seçeceğini nereden bilecektir? Anne burada yavruya rehberlik eder.ayrıca her memeden gelen süt biribirinden farklıdır.
Kanguru yavrusu 6,5 ayı özel kesesinden hiç çıkmadan geçirir. Ardından yaklaşık 8 ayı hem kesenin içinde, hem de dışarıda dönüşümlü olarak geçirdikten sonra, sürekli dışarıda kalmaya başlayacaktır.
Avustralya'da Okaliptüs ağacının 600'den fazla türü olmasına karşı, koalalar bunların sadece 35 kadarını kullanırlar. Okaliptüs ağacı bir koala için yalnız barınak değil, aynı zamanda önemli bir besin kaynağıdır. Hatta okaliptüs yapraklarının koalanın yegane gıdası olduğunu söylemek yanlış olmaz.
Bu okaliptüs ağacı, aslında bildiğimiz nane şekerinin yapıldığı ağaçtır. Yapraklarında farklı kimyasal maddeler vardır. Bu maddeler, koala dışındaki bütün hayvanlar için zehirli ve tehlikelidir. Başkaları için zehirli olan bu yaprakları koala yutmadan önce dişleriyle öğütür. Yapraktaki zararlı madde koalanın vücudunda, karaciğerde arıtılır ve vücuttan dışarı atılır. Diğer canlılar için zehirli olan bu yiyecek, koalaya zarar vermez. Bu yüzden bir koala her gün yaklaşık olarak 1 kg zehirli yaprağı hiçbir problem yaşamadan yiyebilir. Ayrıca koalalar ihtiyaçları olan suyun büyük bir kısmını da okaliptüs yapraklarını yiyerek alırlar. Yılın belli zamanlarında okaliptüs yapraklarının üçte ikisi su taşır. Bu yüzden bir koala sadece yaprakları yiyerek, aylarca su içmeden yaşayabilir. Okaliptüs ağaçlarının tepeleri oldukça rüzgarlıdır. Bu yüzden koalaların sıcak kalabilmeleri için sırtlarında çok kalın bir kürkleri vardır. 




